Kurtuluş Teolojisi ve Sivil Cuma Namazı (2) Drucken

Engin Erkiner: Yazının ilk bölümünün iki ana fikri vardı:

Birincisi: Müslümanlık fazlasıyla genel bir belirlemedir. Hangi Müslümanlık diye sorulması gerekir.

İkincisi: Dini metinler farklı yorumlanabilirler. Ezenlerin dini baskı ve sömürünün parçası iken, ezilenlerin yorumladığı aynı din, bu kez özgürlük ve sosyal kurtuluşun parçası olabilir. İlk maddeye örnek için TBMM’deki milletvekili dokunulmazlıklarıyla ilgili dosyalara bakmak yeterlidir. BDP’li milletvekilleri hakkında “terör örgütünü övmek”ten çok sayıda dosya bulunurken, hırsızlık ve yolsuzlukla ilgili tek dosya bulunmuyor.

“Sıkı Müslüman” geçinen AKP milletvekilleri hakkındaki dosyaların büyük bölümü ise rüşvet ve yolsuzlukla ilgilidir.

            İkinci maddeye örnek olarak Hıristiyanlığın en büyük mezhebi Katoliklik verilebilir. Engizisyonun kökeni de Katolikliğe dayanır, Kurtuluş Teolojisi de…

            Hiçbir dinin tarihinde bütünlük yoktur. Sadece farklı değil, birbirine zıt akımlar, yorumlar da vardır.

            Bütün dinlerin özellikle erken dönemlerinde güçlü sosyal kurtuluşçu akımlar görülür. Bu akımlar Hıristiyanlıkta olduğu kadar Müslümanlıkta da görülmüş ve o dönem dini otorite sayılanlar da bu akımları bastırmak için her yolu denemiştir.

            Yakın yıllarda da farklı bir uygulama söz konusu değildir.

            Katolikliğin merkezi Vatikan, Kurtuluş Teolojisi’nin Latin Amerika ülkelerindeki kiliselerde etkin olmaması için elinden geleni yapmıştır.

            Bizde ise farklı bir durum söz konusudur.

            İslamiyetin içindeki özgürlükçü ve sosyal kurtuluşçu akımlar önceki yüzyıllara özgüdür. Bu akımların aydınlanma ve modernlik sonrasında kendilerini yeniden üretmeleri cılız kalmıştır. Bu nedenle, onlarla ilgili olarak halen birkaç yüzyıl öncesinden örnekler verilir.

            Neden böyle olduğu kısaca şöyle açıklanabilir:

            Osmanlı sultanları Anadolu’daki özgürlükçü ve sosyal kurtuluşçu dini akımları vahşi biçimde yok ederler.

            Osmanlı’nın son döneminde İslamcıların başlıca uğraşını, imparatorluğu nasıl kurtarabiliriz sorusuna cevap aramak oluşturur.

            İslam, sahip olduğu alternatif düşüncelerle bile devlet dini haline gelir.

            Sorun özgürlük ve sosyal kurtuluş değil, İslam’daki hangi anlayışın devletin bekasına daha iyi hizmet edebileceğidir.

            Aynı anlayış Cumhuriyet Türkiye’sinde de sürer.

            Kemalist yönetimler Diyanet vasıtasıyla İslam’ı denetim altına alırlar. Rejim için tehlikeli görülen her türlü dini düşünce yasaklanır ve baskı altına alınır. Başta Aleviler olmak üzere değişik inanç grupları Diyanet’ten dışlanır.

            Türkiye Cumhuriyeti sözde laiktir, çünkü devletin İslam içindeki değişik akımlar karşısında bile tarafsız olması söz konusu değildir. Hıristiyanlığa karşı ise devlet her zaman düşman olmuştur.

            Kemalizmin büyük başarılarından birisini “din kişisel bir meseledir” söylemini herkese yutturması olmuştur.

            TC tarihinde din hiçbir zaman kişiyle ilgili olmamış, İslamiyetin seçilmiş olan çeşidi devlet tarafından sürekli olarak, en başta da sola karşı kullanılmıştır.

           

            KAÇIRILAN BÜYÜK FIRSAT

            Türk solu, yaklaşık 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde yaşadığı kısa yükseliş döneminde (TİP’in kurulduğu 1961 yılıyla 12 Eylül 1980 arası) İslamiyetle hiç ilgilenmemiş, dini inancın “kişiye özgü” olduğu yalanına kolayca inanmıştır.

            Solun uzun tarihinde Hikmet Kıvılcımlı dışında din üzerinde duran da olmamıştır denilebilir.

            Kıvılcımlı’nın saptamaları ciddi zayıflıklar taşımakla birlikte yine de sol açısından bir ilk sayılırlar.

            Türk solu, 1961-1980 arasındaki yükselme döneminde din konusunda büyük bir fırsat kaçırır.

            İslamiyet içinde her zaman var olan özgürlükçü ve sosyal kurtuluşçu akımların yeniden ortaya çıkmaları, kendi dışlarında aynı paradigmalar çerçevesinde mücadele yürüten sola ihtiyaç duyar.

            Latin Amerika’da Kurtuluş Teolojisi’nin bölgede solun en güçlü olduğu dönemde ortaya çıkması rastlantı değildir.

            1959’da Küba devrimi olmuş, 1960’lı yıllarda Latin Amerika ülkelerinde emperyalizme ve yerli hakim sınıflara karşı gerilla savaşları başlamıştır.

            Kurtuluş Teolojisi de açık olarak 1968’de ortaya çıkar.

            Türk solu, sosyalist olmak için ateist olmayı zorunlu ön koşul kabul ettiği için, İslam içindeki sosyal kurtuluşçu potansiyelle ilgilenmemiş ve güçlü olduğu dönemde büyük bir fırsat kaçırmıştır.

            Solun Alevilere yönelik  ilgisi, “çabuk örgütlenebilecek kitle” yaklaşımının ötesine geçmediği gibi, değişik bölgelerdeki Sünniler de –uğraşılması daha zor oldukları gerekçesiyle- neredeyse MHP’ye bırakılmıştır.

            Bu konuda sahip olunan faydacı anlayışın şimdi bile aşılabilmiş olduğu söylenemez.

            Sol, İslam’ın değişik akımlarına karşı şirin gözükmeye çalışarak değil, teorik ve pratik gücüyle onu etkileyerek değiştirebilir, ayrıştırabilir.

            Devrimci- Müslüman kategorisi ancak böyle bir çaba sonucu ortaya çıkabilir.

 

            SİVİL CUMA NAMAZLARI

            Sivil itaatsizlik çerçevesinde gerçekleşen sivil Cuma namazlarıyla büyük bir adım atıldı ve Kürt halkı “devlet İslamı”ndan kopmaya başladı.

            Türk-İslam Sentezi, sözde laik TC’nin önemli bileşenlerinden bir tanesidir. Toplumu bir arada tutan “milli birlik çimentosu” sadece Kürtlerde değil, daha az oranda da olsa Türkler arasında bile zayıflamıştır.

Türk-İslam Sentezi “milli birlik çimentosu”nun takviyesi amacıyla kullanılmaktadır.

Cumhuriyet tarihinde ilk kez halkın bir bölümü kendisine dayatılan “devlet dini”nden kopmaya ve yerine “halk dini”ni koymaya başlıyor.

AKP ve devlet bu nedenle fazlasıyla sinirli ve saldırgan davranıyor.

Ne çare ki, süreç başlamıştır…

Hem de kitlesel olarak başlamıştır…

            Kürt halkında farklı bir İslam yorumunun ortaya çıkmaya başlamasında, tıpkı 1960’lı yıllarda Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi, özgürlük ve sosyal kurtuluş için yürütülen gerilla savaşının önemli etkisi vardır.

            Devlet dini ya da Türk-İslam Sentezi reddedildiğinde iki seçenek ortaya çıkar:

            Birincisi; Kürt-İslam Sentezi’dir. Özgürlükçü yönü Türk-İslam Sentezi’ne göre daha gelişmiş olsa bile, sosyal kurtuluş yönü zayıftır.

            Hizbullah ve Muntazaf’ın bu alanı doldurmaya çalışması beklenebilir.

            İkincisi; devrimci Müslümanın ortaya çıkmasıdır. Sadece özgürlükçü değildir; özgürlük isteği sağlam bir temele, sosyal kurtuluş temeline dayanmaktadır.

            Demokratik özerklik projesi sadece ülkenin yeniden yapılanmasını değil, sömürü düzenine karşı da önemli seçenekleri içermektedir.

            Devrimci Müslümanın, Müslüman ama sömürü ve baskıya karşı bir Müslüman olarak, lafta değil aynı zamanda pratikte karşı olan bir Müslüman olarak, bu proje içinde üstlenebileceği önemli işlevler olacaktır.

            İyi bir yola çıkılmış olmakla birlikte henüz yolun başında bulunuyoruz.

            Önemli hatalar yapılmazsa, büyük bir gelecek bizi bekliyor.